Yazıldığı Gibi Okunmaz Roman
“Konuştuğu dil sessizlikten kat kat aşağıdayken nasıl susabilirdi ki insan?” diye sorar Maurice Blanchot. Sanatsal dilin bir lehçesi olan edebiyatın varlığı, varoluşumuzun bu susmayışına biçimler salgılamaya devam ediyor.
Semra Kandemir’in ikinci romanı olan Labirent, Librum Kitap’ın yayımladığı ilk kitap. Labirent, derin kuyularda merdivensiz bırakılmış, kanatsızlığın göğünde uçmaya zorlanmış Aylin’in dünyasıdır. Aylin’in bu dünyasına tanıklık etmek, huzursuz edici, can sıkıcıdır; mumdan gemilerle ateşler okyanusunu geçmek gibidir. Semra Kandemir’in ikinci romanı olan Labirent’te, Aylin daha çocukluğundan itibaren, başta babası olmak üzere, hep sevdiği erkeklerin labirentsi dünyasına kapatılmıştır adeta. Aylin’in kapatıldığı dünyanın dilinde kendini duyamaz oluşu ve kendi diliyle bu dünyaya kendini duyuramaz oluşu, Labirent’in yazıldığı gibi okunmayışıyla görünür kılınmıştır.
Eril aklın/çıkarların salgıladığı ve dişil olanın felç edildiği bu labirentsi dünyaya doğan Aylin’in yaşamına tanıklık ettiğimizde, labirente girildiği gibi çıkılmaz, bilgisine ulaşırız. Estetik bir nesneyi evinize/yaşamınıza aldığınızda, evinizi/yaşamınızı güzelleştiriyorsa ve de size iyi hissettiriyorsa, bunun iki açıklaması olabilir: Ya siz o nesneyle sanatsal bir ilişki kuramıyorsunuzdur, yani o şeyin evine/yaşamına giremiyorsunuzdur, ya da o şeyde sanat yoktur.
Aylin’in gölgesi esir düşmüşse de umudun ışıltısına, boyun eğmişse de güzellik, acı kemirmişse de yüzünü; su terlese de, çöl sussa da kendine; karadır gül, karadır güneş ve gül neredeyse orada raks eden ruhun kabıdır bedeni. Bu yönüyle Labirent, okuyucusunu kötü hissettirmekte ve mevcudiyeti yadırgatır başka bir gerçekliği yaşamın orta yerine bırakmaktadır. Aylin’in örselemiş ruhu, sevdiklerinin aklının insaniliğini tartışma konusu yapmaktadır. Aylin’in düşleri, tutkusu ve bedeni sevdiklerinin korkularıyla zincirlenmiş gibidir. Sevginin sorgulandığı romanda, Aylin, umuda tünemiş, bir labirentte çırpınan ömrünün kül harmanına dönüşümünü seyretmektedir. Erkek aklının mimarisi ve estetiğiyle biçimlenmiş olan bu labirentin şiddetiyle acıyan bedeni, ağrıyan aklı ve uğuldayan ruhuyla Aylin’in yaşamına tanıklık ettikçe, okudukça, sizin de sesiniz çakıllanacak…
Bütün bir yaşamı fısıldayan bir cümle kurabilir, bütün bir yaşamın uğultusu içinde bir cümle kurmaya değer bir nesne bulamayabilir, tüm yaşamı boşlukla doldurabilir, bir nesneyi tüm yaşamın tünediği bir mekân olarak anlatabilir, bir yaprağın dalından yere düşmesini binlerce sayfa anlatabilir, binlerce sayfa yazsan da kimsenin ruhunda bir yaprak kımıldatamayabilirsin… Yine de durur insan, yazının karşısında, kat etmek için yazılmamışı, yazılamazı. Fakat insan durduk yere durmaz: Uzunca zaman koşmuştur durmaya; içi durmayla dolmuştur… Yazar, “Nasıl, nasıl olabilmekte tüm bunlar?”diye sorar, yüzünü yazı öncesi seslere dönerek. İşte, hep o soruya cevap salgılamak içindir yazılanlar. Bu varlık kipinde nasıl anlattığınız, ne anlattığınızı ve neden anlattığınızı ve hatta kim olduğunuzu da anlatır… Var olmayan bir hayvanın oluşu, ağacı olmayan bir meyvenin tadını almış gibidir artık. Artık her imge bir maskedir; ardında çınlayan adlar, çakıllanan sesler, yaşamın etine damlayan kandır. Sanat, yani sanat oluşuyla edebiyat, edebiyat oluşuyla roman, roman oluşuyla Labirent, şeyleri daha iyi göstermez, başka bir şey gösterir okuyucusuna. İnsanın kendi dışındaki dünyayı ilk öğrendiği aşk gibi, vurup kıyısını sırtına, durmaya koşanlar; kendine sapan ve taşan varlık kabı içine doluşan şeyi yadırgar. Tüm bunlar yazının yüzeyinde salgılanmaktadır. Aylin’nin labirentsi yaşamındaki acıtan anlar sonsuzu yalamaktadır. Sonsuzda zamana susayan, çölde suyu bilen, suyun terinde kanı ıslık çalan, ruhun teninde fısıldayan okuyucular; bilesiniz varlık çubuğunun bir ucu yokluğa bulanmıştır ve beliren yokluktur… Göğü bekler gibi, kendine yük olmuştur Aylin. Gülüyor cesareti, kemiriyor acılar güzelliğini. Suya üflenen ıslığı gecedendir ve karanlığadır meyli; bir lekedir cehennemde. Dünyanın kederince terleyen yüzü serpilir Labirent’te. Ahlar sırıtır küfrünün perdesinde; ateşin bedeninde çınlar, kanadında kızılca kıyametler fısıldar, işitirsiniz…